Şüphesiz ki yaşadıklarımız her gün yeni bir form veriyor
benliğimize. Belki böylelikle yaşayacaklarımıza hazırlanıyoruz, bunu
bilemiyorum. Yaşantı dediğimiz şeyin bir ürünüyüz. Ama sırf biri size kalkıp da yaşantınızdan
ötürü bir yakıştırma yaparsa bunu çok yüzeysel bulursunuz. Ki burada yakıştırma
sözcüğü değil de yakıştırmama gibi bir sözcük olmalıydı, bir insanı ifade etmek
için başvurulan birkaç sözcük muhakkak yakışıksız olmalıydı.
Ne yazık ki hepimizin bildiği yakışıksız bir isim söylenmiş
Tomris Uyar için; ikinci yeninin gelini. Edebiyat öğretmenleri bile çekinmeden
dillendirebiliyorlar bu ismi. İnternette, sözgelimi edebiyat dergilerinde de
sıkça rastlıyorsunuz bu isme. Ne zaman gözüme ilişse, kulağım işitse beni
rahatsız eden bir ‘yakıştırmama’
Tomris’in ilişkilerini geçip de fazlasına erişebilirseniz
muhakkak kendinizi şanslı bulacaksınız. Zira yazar, bize ustalıklı öyküleriyle,
çevirileriyle ve günlükleriyle kucak açacak.
Ben de yakın zamanda –Gecegezen
Kızlar- ve –Dizboyu Papatyalar- ile dahil oldum bu şanslı güruha. Adı geçen iki eser de öykü türünde. Yazarın
öykücülüğüne gelince tek bir tarza bağlanmış demek mümkün değil. Pek çok tarzı
denemiş. Bu arayışlarını da: `Kendimi tekrar etmek istemiyorum. O yüzden
gittikçe zorlaşıyor öykü yazmak.’ şeklinde ifade etmiş. Yazmış olduğu 11
öykü kitabında da post modernden, gerçeküstücülüğe, metinler arası
göndermelerden, sembolik yaklaşımlara kadar birçok tarz denemiş. Öykülerini de kurgularken, günlük hayatımızı,
göz ardı ettiğimiz yaşantıları konu seçmiş kendisine. Akıcı dili sayesinde yorulmadan dahil olabilirsiniz mesela Şermin’in veyahut
Ece’nin hayatına.
Örneğin:
Beyaz bedeni boyunca
akan utangaç ayva tüylerini, ansızın fışkıran arsız sarmaşıkları, ürktüğü
soyunukluğunu, sevdiği çıplaklığını, can attığı yalnızlığıyla tüylerini
ürperten yalnızlığı, mavi inişleriyle turuncu çıkışlarını, yalazını ve buzunu,
oburluğuyla perhizini,bilgeliğiyle çileciliğini, ormandaki beton kulübeye
taşıdığı saray koltuğuyla ince porselenlerini, genel bir zamansızlık içinde
sıraya titizlikle koyduğu saatlerini ve işlerini, koltuğunda düşünüşünü ve
düşleyişini, hiçbir şey beklemezliğiyle vazgeçemediği bekleyişi, uzatabileceği
eliyle göğsünde birleştirdiği parmaklarını, beyninde yeşeren dölle rahminde
uyuyan kısırlığını, hepsini görebiliyordu. Görebiliyordu.
diyerek Ece ile buluşturuyor bizi Ormandaki Ayna (Gecegezen
Kızlar) adlı öyküsünde.
Bu satırların sonrasında, tam olarak 41 sayfa, Alien isminde
bir öyküsü var ki benim en sevdiğim öykü oldu iki kitaptaki tüm öyküler
arasında.
Anlaşılacağı üzere gönül terazimde Gecegezen Kızlar, Dizboyu
Papatyalara kıyasla daha ağır gelmekte.
Son olarak; okuyarak hatırladığımız değil unutmadığımız*
Tomris Uyar’a sevgiyle yazımı sonlandırıyorum.
Minik dipnotumu öyküseverler için düşüyorum; Füruzan-Benim Sinemalarım
şiddetle tavsiye edilir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder