PAVESE VE YAŞAMA UĞRAŞI'NA DAİR
Bazı kitapların ismine vurulup mütevazı
kütüphaneme katma arzusu ile doluyorum. Bugün yazımda değineceğim Yaşama Uğraşı da o kitaplardan biri.
Benim açımdan oldukça etkileyici bir ismi ve başarılı bir kapak tasarımı vardı
ilk karşılaşmamızda. Arka sayfasında yazanlarda da kendimi bulunca biraz da ben
de memnuniyetle okuma uğraşına giriştim.
Kitabın yazarı Cesare Pavese bir İtalyan ve
sanırım isminin en doğru telaffuzu youtube’da (https://www.youtube.com/watch?v=r8aBX6nEdIw&t=30s
)izlediğim bir İtalyanca videodaki gibi sezaare pavasee şeklinde biraz uzatarak
söylemek. ( ne yazık ki başlarda ben Sezar Paves şeklinde okunuyor
zannediyordum bu yüzden böyle bir açıklama yapmak mecburiyeti duydum.)
Araştırıp elde ettiğim kıt bilgiye göre yazarın ömrü bütünüyle İtalya’da geçmiş, yazarımız edebiyat okumuş, öğretmenlik yapmış,
magazinsel aşklar yaşamış, döneminde dalga dalga yükselen faşizme karşı
antifaşiş bir tutum sergilemiş ve bundan ötürü hapis yatmış, faşizmin ardılı II.Dünya Savaşı esnasında da
sağlık sorunları sebebiyle kız kardeşi ile birlikte yaşamış ve son olarak da
kendi eliyle hayatına son vermeyi seçmiş.
Zaten Yaşama Uğraşı öyle bir kitap ki bu kıt
bilgiden daha fazlasına ulaştırıyor insanı. Dile kolay yazarın 1935-1950
yılları arasında 15 yıllık bir yaşam serüvenini okuyorsunuz ve bu 15 yıllık
yaşama serüveni insana yük olabiliyor Ve ben bu yükün ağırlığından ötürü yer yer çok bunaldım çok sinirlenir oldum.
Kanaatimce çok da sağlıklı olmayan bir ruh halinin 15 yıldaki değişimine,
gelgitlerine, tamamen subjektif çıkarımlarına şahitlik etmek pek de kolay
değil. Ki Pavese’nin ilk başlardaki intihar hakkındaki görüşlerini tam zıttı
olan ve adım adım beliren intihar fikrini fark edip yalnızca okumakla
yetinmenin omuzlarıma bindirdiği bir yük de var. Bir insan nasıl ruh sağlığını
kaybediyor, yaşama uğraşında yenik düşüyor tüm çıplaklığı ile
görüyorsunuz.
Tüm bunlara ek olarak kitabın ardından kafamda beliren bazı konu
başlıkları var Pavesenin sıklılıkla üzerine kafa yormuş olduğu.
İlk konu
başlığı olarak elbette ki edebiyat var. Adım
adım başarılı bir yazar nasıl oluyor Pavese tanıklık ediyorsunuz ve ayrıca yazarın ilk gençlik yıllarından itibaren hem okuduklarına dair notlarına hem de esinlendiği isimlere dair incelemelerine ulaşıyorsunuz bu aşama fazlaca edebiyat bilgisi gerektiriyor benim adıma çünkü
bazı isimler çok yabancı ve bazı çıkarımlar çok ağır benim için. Bu konuda
yetersiz olduğum için kitapta bazı kısımları tekrar tekrar okumam gerekti ve
üzülerek belirtebilirim ki bazı kısımlar bende hala net değil.
Örneğin;
Cesare
Luporini’nin Situazione e liberta nell’esistenza adlı kitabındaki ‘Responsabilita
e persona’ bölümü ‘coşku anı’, ‘sürekli
bütünlük’ (Simge ve Doğal Durum) konusundaki düşüncelerine açıklık
kazandırdı.(bknz.27 Ağustos 1939, 22 Şubat, 24 Şubat II.paragraf, 27 Şubat
1940). Bugün yeni olan şey, coşku anı ile simgenin örtüşmesi, bunun da tam
özgürlük anlamına gelmesi.
Ya da
Every
Man in His Humour’u okurken şuna dikkat ettim: Öbür Elizabeth dönemi yazarları güldürü ögelerini olaylardan
alırken Shakespeare aynı iş için kelimelerden yararlanıyor.
Yazarın etkilendiği, öve öve bitiremediği isim
Shakespeare olmakla birlikte yazarın Dante, Homeros, Milton, Hemingway,
Leopardi ve Stendal gibi isimleri de sıklıkla andığını rahatlıkla ifade
edebilirim.
Ardından kadınlara dair tutumundan bahsedebiliriz
ve bu tutum beni huzursuz etmiştir. Kendi özgür iradesi mi yaşantısı mı
bilmiyorum ama tüm kadınlar hakkından oldukça olumsuz ve sinir bozucu ifadeleri
var.
Örneklendirmem
gerekirse;
Bir
erkeği bir çocuktan ayıran özellik, bir kadın üzerinde üstünlük kurmayı bilmesidir.
Bir kadını bir çocuktan ayıran
özellik ise, bir erkeği nasıl sömüreceğini bilmesi.
Veya
Kadınlar
için tarih yoktur. Murasaki, Sappho; Madame de La Fayette birbirlerinin çağdaşı
olabilirlerdi. Oysa moda diye bir şey var kadınlar için. Acaba bildikleri bir
hile mi, yoksa akıl almaz bir yetenek mi, onların böyle tıpatıp modanın
gereklerine uygun bir görünüşle karşımıza çıkmalarını sağlayan?
Veya
Evli
bir adamın bile cinsel hayatına bir çözüm bulamamış olması sevindirici, avutucu
bir düşünce. Evlenen adam bu zevki artık namusuyla ve huzur içinde tadacağını
umar, oysa çok geçmeden karısından bıkar; onu gördüğü zaman bir orospuyu
görüyormuşçasına boğuntuya kapılır. Krş. Tolstoy ve ***. Sonra da nasıl olsa
onunla geçinemeyeceğini anlar. Tabii daha önce her keresinde çocuk sahibi olmak ya da kendini tutmak ve
doğum kontrolü uygulamak sorunuyla karşı karşıya gelmemişse. Her iki durumda da
o güzelim özgürlüğü uçup gitmiş gibidir.
Veya
Kadınlar
düşman bir ırktır, Almanlar gibi
Daha fazla bu hastalıklı düşünceleri
örneklendirmeye devam etmeden diğer konu başlığımız olan tanrıya ilişkin
görüşlerinin tanrıtanımaz bir halden giderek yumuşadığını belirtip, bir
paragraf ile de örneklendireyim.
Tanrı’nın
aynı zamanda teknik bir tufan – uzun düşüncelerin hazırladığı bir simgeler
düzeni- olduğu da unutulmamalıdır.
İntihara ilişkin düşünceleri de süreç içerisinde
olumsuzdan olumlu bir kanaate dönüşmekte ve hatta 1946 yılında yani ölümünden 4
yıl önce kendini şöyle göstermektedir:
Mutlu musun?
Evet mutlusun. Güçlüsün, deha sahibin,yapacak işin var. Yalnızsın.
Bu yıl iki kere intiharı aklından geçirdin.
Herkes sana hayranlık duyuyor, seni övüyor, seni kutluyor. Öyleyse ?
Farkına varmadan ölümün kıyısına bile gelmiş
olabilirsin üstelik.
Ve son olarak yaşamının son dönemlerinde onu
derinden etkileyen aşkı ve aşk acısı. Bu aşkı;
belki de varlığım onun varlığıyla karışabilse
eskisinden daha çok anlamı olurdu yaşamanın. olarak ifade ediyor.
Ölmeden 11 gün önceki uzun bir yazısında da
sevdiği kadına karşı son aşk dolu sözlerini dile getiren Pavese sevdiği kadını
kaybetmenin ardından büyük bir boşluğa düşüp de kıyıyor canına belki de.
Kitaba ilişkin değerlendirmemin ardından
Pavese’nin de belirttiği gibi okurken aradığımız yeni düşünceler değil, kendi
düşüncelerimizin basılı sayfada doğrulandığını görmektir. Öyleyse geçelim benim
doğrulanmış düşüncelerime:
Uçurumdan
kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa
bırakmaktır.
Yanlışlar
hep başlangıçla ilgilidir.
Aşkla
ilgili bir düşünce: senin kardeşin olarak doğmuş olmayı ya da seni dünyaya
kendim getirmiş olmayı isteyecek kadar
çok seviyorum seni
Hiçbir
sakınma duymadan sevmek karşılığı durmadan ödenen bir lükstür.
O
çöreğini yerken gözlerinle içtin onun güzelliğini
Bir
aşığın mantığı: ben ölmüş olsaydım, o yaşamaya, gülmeye, talihini denemeye
devam edecekti. Ama beni atlatıp bıraktı ve gene de yapıyor bütün bunları.
Demek ki ben de ölmüş biri gibiyim
.
There
is no excellent beauty that hath not some strangers (kitapta da İngilizce
olarak geçmekte)
Bayramlar,
tatiller, kalabalığın bir parçası olmak, aile gibi sıradan insanların
hoşlandığı şeylerden bir tat almamakla övünmekten vazgeçmem gerekecek.
Kendimi
yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum.
Kendimizle
başkalarını ayırt edebildiğimiz zaman, yani artık onlarla birlikte olma
gereğini duymadığımız zaman genç olmaktan çıkarız. Ve iki şekilde yaşlanırız:
ya kendimizden bile hiçbir şey beklemeyerek (taşıllaşma, ikinci çocukluğa
dönme) ya da yalnız kendimizden bir şey bekleyerek (gayret)
Önceleri
iktidar ideolojilere hizmet ederdi; şimdi, ideolojiler iktidara hizmet ediyor.
Senin
yaşama uğraşının püf noktası, uğraşla ilgili olarak anlatım gereksinmesini,
yaşamla ilgili olarak da insanlarla ilişki gereksinmesini duymandır.
Estetik
değerler, ahlakın özü, gerçeğin ışığı öğretilemez. Her insan kendi içinde
yaratmak zorundadır bunları. Bu kavramlar mutlak, zaman ve toplum dışı değerler
oldukları için başkalarına iletilemez. Kelimeler bu kavramları ancak ana
çizgileriyle dile getirebilirler.
Günleri
değil anları hatırlarız.
Bir
başka insanın çocukluğunu öğrenmek, onu yeniden yaşamak istemek, belli bir
sevgi belirtisidir.
Aşkla
şiir arasında gizli bir bağ vardır; çünkü her ikisi de, her kiminle olursa
olsun, konuşmak, anlaşmak, ona içini açmak isteğidir. Yerini başka bir şeyin
alamayacağı dizginlenemez bir istektir bu. Şarap da buna benzeyen düzmece bir
durum yaratır; gerçekten de, sarhoşların durmadan konuşmaları bunun bir kanıtı
değil midir?
Proust’un
durumların ve insanların durmadan ve anlaşılmaz bir şekilde değişmesi ve
istediğimiz şeyi elde ettiğimiz zaman bunun
artık bizi tatmin etmemesi yolundaki temel düşüncesi…
Aşk
iki sevgiliyi birbirlerine değil, kendi kendilerine çırılçıplak gösterme gücüne
sahiptir.
Ah!
Şu kayıtsızlığın gücü! Budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme
olanağı veren.
Bakarsınız
, overhead bir konuşma sizi durdurur; sizi, doğrudan doğruya size söylenmiş sözlerden
daha çok ilgilendirir, daha çok duygulandırır.
Ben
–kanımca başka birçok kimse de- mutlak anlamda doğru olanı değil, kendimizin ne
olduğunu arıyoruz.
İnsanlar arasında
yaşamak, kendini rüzgarda uçan bir yaprak gibi hissetmek demektir. Bir an
gelir, insan kendisini her şeyden uzaklaştırmak, bütün o bilardo toplarının
belirliliğinden kurtarmak ister.
Büyüklük
yasak değil. Yasak olan egemen çevrelerin onaylamadığı büyüklük.
Seni
hiç unutmayacağım, diyor. İnsanın bırakıp gitmek istediği birine söylediği gibi
Ve tüm bunların ardından Pavese’nin de belirttiği
gibi söyledikleri doğru olmayabilir, ama bunları söylemiş olması iç benliğini
ele veriyor.
Teşekkürler