26 Mayıs 2019 Pazar

Tomris Uyar Denince


Şüphesiz ki yaşadıklarımız her gün yeni bir form veriyor benliğimize. Belki böylelikle yaşayacaklarımıza hazırlanıyoruz, bunu bilemiyorum. Yaşantı dediğimiz şeyin bir ürünüyüz.  Ama sırf biri size kalkıp da yaşantınızdan ötürü bir yakıştırma yaparsa bunu çok yüzeysel bulursunuz. Ki burada yakıştırma sözcüğü değil de yakıştırmama gibi bir sözcük olmalıydı, bir insanı ifade etmek için başvurulan birkaç sözcük muhakkak yakışıksız olmalıydı.
Ne yazık ki hepimizin bildiği yakışıksız bir isim söylenmiş Tomris Uyar için; ikinci yeninin gelini. Edebiyat öğretmenleri bile çekinmeden dillendirebiliyorlar bu ismi. İnternette, sözgelimi edebiyat dergilerinde de sıkça rastlıyorsunuz bu isme. Ne zaman gözüme ilişse, kulağım işitse beni rahatsız eden bir  ‘yakıştırmama’

Tomris’in ilişkilerini geçip de fazlasına erişebilirseniz muhakkak kendinizi şanslı bulacaksınız. Zira yazar, bize ustalıklı öyküleriyle, çevirileriyle ve günlükleriyle kucak açacak.
Ben de yakın zamanda  –Gecegezen Kızlar- ve –Dizboyu Papatyalar- ile dahil oldum bu şanslı güruha.  Adı geçen iki eser de öykü türünde. Yazarın öykücülüğüne gelince tek bir tarza bağlanmış demek mümkün değil. Pek çok tarzı denemiş. Bu arayışlarını da:  `Kendimi tekrar etmek istemiyorum. O yüzden gittikçe zorlaşıyor öykü yazmak.’ şeklinde ifade etmiş. Yazmış olduğu 11 öykü kitabında da post modernden, gerçeküstücülüğe, metinler arası göndermelerden, sembolik yaklaşımlara kadar birçok tarz denemiş.  Öykülerini de kurgularken, günlük hayatımızı, göz ardı ettiğimiz yaşantıları konu seçmiş kendisine. Akıcı dili sayesinde  yorulmadan  dahil olabilirsiniz mesela Şermin’in veyahut Ece’nin hayatına.

Örneğin:
Beyaz bedeni boyunca akan utangaç ayva tüylerini, ansızın fışkıran arsız sarmaşıkları, ürktüğü soyunukluğunu, sevdiği çıplaklığını, can attığı yalnızlığıyla tüylerini ürperten yalnızlığı, mavi inişleriyle turuncu çıkışlarını, yalazını ve buzunu, oburluğuyla perhizini,bilgeliğiyle çileciliğini, ormandaki beton kulübeye taşıdığı saray koltuğuyla ince porselenlerini, genel bir zamansızlık içinde sıraya titizlikle koyduğu saatlerini ve işlerini, koltuğunda düşünüşünü ve düşleyişini, hiçbir şey beklemezliğiyle vazgeçemediği bekleyişi, uzatabileceği eliyle göğsünde birleştirdiği parmaklarını, beyninde yeşeren dölle rahminde uyuyan kısırlığını, hepsini görebiliyordu. Görebiliyordu.
diyerek Ece ile buluşturuyor bizi Ormandaki Ayna (Gecegezen Kızlar) adlı öyküsünde.


Bu satırların sonrasında, tam olarak 41 sayfa, Alien isminde bir öyküsü var ki benim en sevdiğim öykü oldu iki kitaptaki tüm öyküler arasında.
Anlaşılacağı üzere gönül terazimde Gecegezen Kızlar, Dizboyu Papatyalara kıyasla daha ağır gelmekte.
Son olarak; okuyarak hatırladığımız değil unutmadığımız* Tomris Uyar’a sevgiyle yazımı sonlandırıyorum.
Minik dipnotumu öyküseverler için düşüyorum; Füruzan-Benim Sinemalarım şiddetle tavsiye edilir!