21 Şubat 2020 Cuma

bir spekülatif kurgu


İlk zamanlarda hevesle giriştiğim blog yazma işi bir külfet olarak gelmeye başladı ama yine de kendime verdiğim bu sözü tutma arzusundayım. Kendime kendimi kanıtlamam gerek, bir kere de olsa bir işi sonuna kadar, imkan dahilindeyken üstelik, sürdürmem gerek.
Yazmadığım süreçte okuyup buraya aktarmak istediğim 3 kitap var. Bu kitaplardan ilki popülerliği günden güne artan beni de bu popülerlik esintisine dahil eden Damızlık Kızın Öyküsü. Bilen bilir dizi izlemeyi sevmem ve sürdüremem. Ancak bu kitabın uyarlaması olan diziye büyük bir ilgi duyuyordum ve öncesinde kitabı okumak daha makul geldi. Bana armağan edilen kitabı da tüm bu unsurların tetikleyici gücü sayesinde okumaya giriştim. Amma velakin umduğumu buldum mu pek emin değilim. Sonunda ise yüceltilenlerin ve realitenin farkı büyüdükçe ortaya çıkan hayal kırıklığı beni kucakladı. Bu tamamen benimle alakalı iken kitapla ilgili bahsedebileceklerim ise şunlar:
Kitap spekülatif kurgu olarak adlandırılıyor bu muhtemel gelecekleri kuramlaştıran tür anlamına geliyormuş. Distopyalar da ütopyalar da sırtını bir gelecek tasvirine yaslıyor bildiğiniz üzere ve distopyalar apolitik bir çizgi seyredemiyorlar bu manada. Çünkü yaşadığımız toplumların bizde yarattığı korku ve korkunun zihnimizde var ettiği durumların sonucu, daha da kötüsüne ihtimal vermemize ve bunu da yazıya dökmemize sebep olabilir. Ve bu yazılar toplumlar için yalnızca korku senaryosu olmayıp aynı zamanda uyarı niteliğindedir. Yazının yayımlandığı 1985 yılına bakarsak, o dönemde muhafazakârların ve feministlerin adeta bir cenk meydanında dövüştüğü görülüyor. Bu dövüş sonucunda yazarımız belki uyarmak istemiştir romanıyla bizleri.
Bu romanda da korkulan olmuş, bir darbe sonrası teokratik, aşırı dinci Hristiyan Gilead rejimi kurulmuştur. Gilead’ı kuran bir grup erkek ise tüm gücü ellerinde bulunduruyor. Tüm insanları kısıtlamakla birlikte kadınlar için adeta bir çile dönemini başlatıyorlar. Kadınlar tamamıyla erkeklerin hizmetindeler. Erkekler onları özelliklerine göre sınıflandırıyor buna uygun işlere koşuyorlar. Bunun haricinde kadınların farklı bir meşgale bulması yasak. Sağlıklı kadınlar ise rejime damızlık kız olarak hizmet ediyorlar. Damızlık kızların görevi bu rejime yeni evlatlar vermek. Yeni evlatlara sahip olmanın bedeli ise devlet eliyle gerçekleşen tecavüzler. Ve işin ilginç yanı Atwood bu kitabı yazarken insanlık tarihinde yaşanmamış, tamamıyla kurgu olan bir eyleme yer vermemiş. Eserini Harvard’a çalıştığı topluluk olan Püritenler’e dayandırıyormuş. Muhtemelen Atwood’un soyu da bu toplulukta yaşamış ve idam cezasına çarptırılmış olan Mary Webster’e dayanıyor.

Kitapta da bize bu benzer toplumu kitabın ana karakteri olan Offred’in gözünden sunuyor.
Ofreed’in darbe öncesinde standart bir hayatı, çocuğu ve kocası vardır. Aşırı dinci rejim gücü eline aldıktan sonra Offred ve ailesi kaçmaya çalışmışsa da yakalanarak birbirlerinden koparılırlar. Offred hayatta tek gayesi üremek olan iki bacaklı rahime dönüşüverir. Kitleler halinde yürütülen beyin yıkama çabalarından mütevellit devletin bir dili ve davranışı oluşuverir. Devlet ise amacına süreç içerisinde gittikçe yaklaşıyor, insanlar karşı koymayı akıllarından yavaşça çıkarıyor ve eski hayatlarının sadece hayal, rüya olarak anımsıyorlardır.
 Gücün giderek korkutucu bir hal alıyor oluşuna tanıklığımız da distopya türünü ve Atwood’un da kitabını kayda değer kılıyor. Ama son zamanların en popüler distopyası olmayı hak ediyor mu bilemiyorum.