İlk zamanlarda hevesle giriştiğim blog yazma işi bir külfet
olarak gelmeye başladı ama yine de kendime verdiğim bu sözü tutma arzusundayım.
Kendime kendimi kanıtlamam gerek, bir kere de olsa bir işi sonuna kadar, imkan
dahilindeyken üstelik, sürdürmem gerek.
Yazmadığım süreçte okuyup buraya aktarmak istediğim 3 kitap
var. Bu kitaplardan ilki popülerliği günden güne artan beni de bu popülerlik
esintisine dahil eden Damızlık Kızın Öyküsü. Bilen bilir dizi izlemeyi sevmem
ve sürdüremem. Ancak bu kitabın uyarlaması olan diziye büyük bir ilgi
duyuyordum ve öncesinde kitabı okumak daha makul geldi. Bana armağan edilen
kitabı da tüm bu unsurların tetikleyici gücü sayesinde okumaya giriştim. Amma
velakin umduğumu buldum mu pek emin değilim. Sonunda ise yüceltilenlerin ve
realitenin farkı büyüdükçe ortaya çıkan hayal kırıklığı beni kucakladı. Bu
tamamen benimle alakalı iken kitapla ilgili bahsedebileceklerim ise şunlar:
Kitap spekülatif kurgu olarak adlandırılıyor bu muhtemel
gelecekleri kuramlaştıran tür anlamına geliyormuş. Distopyalar da ütopyalar da
sırtını bir gelecek tasvirine yaslıyor bildiğiniz üzere ve distopyalar apolitik
bir çizgi seyredemiyorlar bu manada. Çünkü yaşadığımız toplumların bizde
yarattığı korku ve korkunun zihnimizde var ettiği durumların sonucu, daha da
kötüsüne ihtimal vermemize ve bunu da yazıya dökmemize sebep olabilir. Ve bu
yazılar toplumlar için yalnızca korku senaryosu olmayıp aynı zamanda uyarı
niteliğindedir. Yazının yayımlandığı 1985 yılına bakarsak, o dönemde muhafazakârların
ve feministlerin adeta bir cenk meydanında dövüştüğü görülüyor. Bu dövüş
sonucunda yazarımız belki uyarmak istemiştir romanıyla bizleri.
Bu romanda da korkulan olmuş, bir darbe sonrası teokratik,
aşırı dinci Hristiyan Gilead rejimi kurulmuştur. Gilead’ı kuran bir grup erkek ise
tüm gücü ellerinde bulunduruyor. Tüm insanları kısıtlamakla birlikte kadınlar
için adeta bir çile dönemini başlatıyorlar. Kadınlar tamamıyla erkeklerin
hizmetindeler. Erkekler onları özelliklerine göre sınıflandırıyor buna uygun
işlere koşuyorlar. Bunun haricinde kadınların farklı bir meşgale bulması yasak.
Sağlıklı kadınlar ise rejime damızlık kız olarak hizmet ediyorlar. Damızlık
kızların görevi bu rejime yeni evlatlar vermek. Yeni evlatlara sahip olmanın
bedeli ise devlet eliyle gerçekleşen tecavüzler. Ve işin ilginç yanı Atwood bu
kitabı yazarken insanlık tarihinde yaşanmamış, tamamıyla kurgu olan bir eyleme
yer vermemiş. Eserini Harvard’a çalıştığı topluluk olan Püritenler’e
dayandırıyormuş. Muhtemelen Atwood’un soyu da bu toplulukta yaşamış ve idam
cezasına çarptırılmış olan Mary Webster’e dayanıyor.
Kitapta da bize bu benzer toplumu kitabın ana karakteri olan
Offred’in gözünden sunuyor.
Ofreed’in darbe öncesinde standart bir hayatı, çocuğu ve
kocası vardır. Aşırı dinci rejim gücü eline aldıktan sonra Offred ve ailesi
kaçmaya çalışmışsa da yakalanarak birbirlerinden koparılırlar. Offred hayatta
tek gayesi üremek olan iki bacaklı rahime dönüşüverir. Kitleler halinde
yürütülen beyin yıkama çabalarından mütevellit devletin bir dili ve davranışı
oluşuverir. Devlet ise amacına süreç içerisinde gittikçe yaklaşıyor, insanlar
karşı koymayı akıllarından yavaşça çıkarıyor ve eski hayatlarının sadece hayal,
rüya olarak anımsıyorlardır.
Gücün giderek
korkutucu bir hal alıyor oluşuna tanıklığımız da distopya türünü ve Atwood’un
da kitabını kayda değer kılıyor. Ama son zamanların en popüler distopyası
olmayı hak ediyor mu bilemiyorum.