8 Eylül 2019 Pazar

Okuma Uğraşı


pavese ile ilgili görsel sonucu

                                                      PAVESE VE YAŞAMA UĞRAŞI'NA DAİR

Bazı kitapların ismine vurulup mütevazı kütüphaneme katma arzusu ile doluyorum. Bugün yazımda değineceğim Yaşama Uğraşı da o kitaplardan biri. Benim açımdan oldukça etkileyici bir ismi ve başarılı bir kapak tasarımı vardı ilk karşılaşmamızda. Arka sayfasında yazanlarda da kendimi bulunca biraz da ben de memnuniyetle okuma uğraşına giriştim.

Kitabın yazarı Cesare Pavese bir İtalyan ve sanırım isminin en doğru telaffuzu youtube’da (https://www.youtube.com/watch?v=r8aBX6nEdIw&t=30s )izlediğim bir İtalyanca videodaki gibi sezaare pavasee şeklinde biraz uzatarak söylemek. ( ne yazık ki başlarda ben Sezar Paves şeklinde okunuyor zannediyordum bu yüzden böyle bir açıklama yapmak mecburiyeti duydum.)
Araştırıp elde ettiğim kıt bilgiye göre yazarın ömrü bütünüyle İtalya’da geçmiş, yazarımız edebiyat okumuş, öğretmenlik yapmış, magazinsel aşklar yaşamış, döneminde dalga dalga yükselen faşizme karşı antifaşiş bir tutum sergilemiş ve bundan ötürü hapis yatmış,  faşizmin ardılı II.Dünya Savaşı esnasında da sağlık sorunları sebebiyle kız kardeşi ile birlikte yaşamış ve son olarak da kendi eliyle hayatına son vermeyi seçmiş.

Zaten Yaşama Uğraşı öyle bir kitap ki bu kıt bilgiden daha fazlasına ulaştırıyor insanı. Dile kolay yazarın 1935-1950 yılları arasında 15 yıllık bir yaşam serüvenini okuyorsunuz ve bu 15 yıllık yaşama serüveni insana yük olabiliyor Ve ben bu yükün ağırlığından ötürü yer yer çok bunaldım çok sinirlenir oldum. Kanaatimce çok da sağlıklı olmayan bir ruh halinin 15 yıldaki değişimine, gelgitlerine, tamamen subjektif çıkarımlarına şahitlik etmek pek de kolay değil. Ki Pavese’nin ilk başlardaki intihar hakkındaki görüşlerini tam zıttı olan ve adım adım beliren intihar fikrini fark edip yalnızca okumakla yetinmenin omuzlarıma bindirdiği bir yük de var. Bir insan nasıl ruh sağlığını kaybediyor, yaşama uğraşında yenik düşüyor tüm çıplaklığı ile görüyorsunuz.

Tüm bunlara ek olarak  kitabın ardından kafamda beliren bazı konu başlıkları var Pavesenin sıklılıkla üzerine kafa yormuş olduğu.

 İlk konu başlığı olarak elbette ki edebiyat var. Adım adım başarılı bir yazar nasıl oluyor Pavese tanıklık ediyorsunuz ve ayrıca yazarın ilk gençlik yıllarından itibaren hem okuduklarına dair notlarına hem de esinlendiği isimlere dair incelemelerine ulaşıyorsunuz bu aşama fazlaca edebiyat bilgisi gerektiriyor benim adıma çünkü bazı isimler çok yabancı ve bazı çıkarımlar çok ağır benim için. Bu konuda yetersiz olduğum için kitapta bazı kısımları tekrar tekrar okumam gerekti ve üzülerek belirtebilirim ki bazı kısımlar bende hala net değil.

Örneğin;
Cesare Luporini’nin Situazione e liberta nell’esistenza adlı kitabındaki ‘Responsabilita e persona’  bölümü ‘coşku anı’, ‘sürekli bütünlük’ (Simge ve Doğal Durum) konusundaki düşüncelerine açıklık kazandırdı.(bknz.27 Ağustos 1939, 22 Şubat, 24 Şubat II.paragraf, 27 Şubat 1940). Bugün yeni olan şey, coşku anı ile simgenin örtüşmesi, bunun da tam özgürlük anlamına gelmesi.

Ya da

Every Man in His Humour’u okurken şuna dikkat ettim: Öbür Elizabeth  dönemi yazarları güldürü ögelerini olaylardan alırken Shakespeare aynı iş için kelimelerden yararlanıyor.

Yazarın etkilendiği, öve öve bitiremediği isim Shakespeare olmakla birlikte yazarın Dante, Homeros, Milton, Hemingway, Leopardi ve Stendal gibi isimleri de sıklıkla andığını rahatlıkla ifade edebilirim.
Ardından kadınlara dair tutumundan bahsedebiliriz ve bu tutum beni huzursuz etmiştir. Kendi özgür iradesi mi yaşantısı mı bilmiyorum ama tüm kadınlar hakkından oldukça olumsuz ve sinir bozucu ifadeleri var.

Örneklendirmem gerekirse;

Bir erkeği bir çocuktan ayıran özellik, bir kadın üzerinde üstünlük kurmayı bilmesidir.
Bir kadını bir çocuktan ayıran  özellik ise, bir erkeği nasıl sömüreceğini bilmesi.

Veya

Kadınlar için tarih yoktur. Murasaki, Sappho; Madame de La Fayette birbirlerinin çağdaşı olabilirlerdi. Oysa moda diye bir şey var kadınlar için. Acaba bildikleri bir hile mi, yoksa akıl almaz bir yetenek mi, onların böyle tıpatıp modanın gereklerine uygun bir görünüşle karşımıza çıkmalarını sağlayan?

Veya

Evli bir adamın bile cinsel hayatına bir çözüm bulamamış olması sevindirici, avutucu bir düşünce. Evlenen adam bu zevki artık namusuyla ve huzur içinde tadacağını umar, oysa çok geçmeden karısından bıkar; onu gördüğü zaman bir orospuyu görüyormuşçasına boğuntuya kapılır. Krş. Tolstoy ve ***. Sonra da nasıl olsa onunla geçinemeyeceğini anlar. Tabii daha önce her keresinde  çocuk sahibi olmak ya da kendini tutmak ve doğum kontrolü uygulamak sorunuyla karşı karşıya gelmemişse. Her iki durumda da o güzelim özgürlüğü uçup gitmiş gibidir.

Veya

Kadınlar düşman bir ırktır, Almanlar gibi

Daha fazla bu hastalıklı düşünceleri örneklendirmeye devam etmeden diğer konu başlığımız olan tanrıya ilişkin görüşlerinin tanrıtanımaz bir halden giderek yumuşadığını belirtip, bir paragraf ile de örneklendireyim.

Tanrı’nın aynı zamanda teknik bir tufan – uzun düşüncelerin hazırladığı bir simgeler düzeni- olduğu da unutulmamalıdır.  

İntihara ilişkin düşünceleri de süreç içerisinde olumsuzdan olumlu bir kanaate dönüşmekte ve hatta 1946 yılında yani ölümünden 4 yıl önce kendini şöyle göstermektedir:

Mutlu musun? Evet mutlusun. Güçlüsün, deha sahibin,yapacak işin var. Yalnızsın.
    Bu yıl iki kere intiharı aklından geçirdin. Herkes sana hayranlık duyuyor, seni övüyor, seni kutluyor. Öyleyse ?

 Farkına varmadan ölümün kıyısına bile gelmiş olabilirsin üstelik.

Ve son olarak yaşamının son dönemlerinde onu derinden etkileyen aşkı ve aşk acısı. Bu aşkı;
 belki de varlığım onun varlığıyla karışabilse eskisinden daha çok anlamı olurdu yaşamanın.  olarak ifade ediyor.
Ölmeden 11 gün önceki uzun bir yazısında da sevdiği kadına karşı son aşk dolu sözlerini dile getiren Pavese sevdiği kadını kaybetmenin ardından büyük bir boşluğa düşüp de kıyıyor canına belki de.

pavese ile ilgili görsel sonucu

Kitaba ilişkin değerlendirmemin ardından Pavese’nin de belirttiği gibi okurken aradığımız yeni düşünceler değil, kendi düşüncelerimizin basılı sayfada doğrulandığını görmektir. Öyleyse geçelim benim doğrulanmış düşüncelerime:

Uçurumdan kurtulmanın tek yolu ona bakmak, derinliğini ölçmek ve kendini o boşluğa bırakmaktır.
Yanlışlar hep başlangıçla ilgilidir.

Aşkla ilgili bir düşünce: senin kardeşin olarak doğmuş olmayı ya da seni dünyaya kendim getirmiş olmayı isteyecek  kadar çok seviyorum seni

Hiçbir sakınma duymadan sevmek karşılığı durmadan ödenen bir lükstür.

O çöreğini yerken gözlerinle içtin onun güzelliğini

Bir aşığın mantığı: ben ölmüş olsaydım, o yaşamaya, gülmeye, talihini denemeye devam edecekti. Ama beni atlatıp bıraktı ve gene de yapıyor bütün bunları. Demek ki ben de ölmüş biri gibiyim
.
There is no excellent beauty that hath not some strangers (kitapta da İngilizce olarak geçmekte)

Bayramlar, tatiller, kalabalığın bir parçası olmak, aile gibi sıradan insanların hoşlandığı şeylerden bir tat almamakla övünmekten vazgeçmem gerekecek.

Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum.

Kendimizle başkalarını ayırt edebildiğimiz zaman, yani artık onlarla birlikte olma gereğini duymadığımız zaman genç olmaktan çıkarız. Ve iki şekilde yaşlanırız: ya kendimizden bile hiçbir şey beklemeyerek (taşıllaşma, ikinci çocukluğa dönme) ya da yalnız kendimizden bir şey bekleyerek (gayret)
Önceleri iktidar ideolojilere hizmet ederdi; şimdi, ideolojiler iktidara hizmet ediyor.

Senin yaşama uğraşının püf noktası, uğraşla ilgili olarak anlatım gereksinmesini, yaşamla ilgili olarak da insanlarla ilişki gereksinmesini duymandır.

Estetik değerler, ahlakın özü, gerçeğin ışığı öğretilemez. Her insan kendi içinde yaratmak zorundadır bunları. Bu kavramlar mutlak, zaman ve toplum dışı değerler oldukları için başkalarına iletilemez. Kelimeler bu kavramları ancak ana çizgileriyle dile getirebilirler.

Günleri değil anları hatırlarız.

Bir başka insanın çocukluğunu öğrenmek, onu yeniden yaşamak istemek, belli bir sevgi belirtisidir.

Aşkla şiir arasında gizli bir bağ vardır; çünkü her ikisi de, her kiminle olursa olsun, konuşmak, anlaşmak, ona içini açmak isteğidir. Yerini başka bir şeyin alamayacağı dizginlenemez bir istektir bu. Şarap da buna benzeyen düzmece bir durum yaratır; gerçekten de, sarhoşların durmadan konuşmaları bunun bir kanıtı değil midir?

Proust’un durumların ve insanların durmadan ve anlaşılmaz bir şekilde değişmesi ve istediğimiz şeyi elde ettiğimiz zaman bunun  artık bizi tatmin etmemesi yolundaki temel düşüncesi… 

Aşk iki sevgiliyi birbirlerine değil, kendi kendilerine çırılçıplak gösterme gücüne sahiptir.

Ah! Şu kayıtsızlığın gücü! Budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme olanağı veren.

Bakarsınız , overhead bir konuşma sizi durdurur; sizi, doğrudan doğruya size söylenmiş sözlerden daha çok ilgilendirir, daha çok duygulandırır.

Ben –kanımca başka birçok kimse de- mutlak anlamda doğru olanı değil, kendimizin ne olduğunu arıyoruz.

İnsanlar arasında yaşamak, kendini rüzgarda uçan bir yaprak gibi hissetmek demektir. Bir an gelir, insan kendisini her şeyden uzaklaştırmak, bütün o bilardo toplarının belirliliğinden kurtarmak ister.
( Bu aşamada Murathan Mungan’ın linki bulunan şiirinin okunması şiddetle tavsiye edilir.  https://siirantolojim.wordpress.com/2012/07/18/bilardo-toplari-2/ )

Büyüklük yasak değil. Yasak olan egemen çevrelerin onaylamadığı büyüklük.

Seni hiç unutmayacağım, diyor. İnsanın bırakıp gitmek istediği birine söylediği gibi

Ve tüm bunların ardından Pavese’nin de belirttiği gibi söyledikleri doğru olmayabilir, ama bunları söylemiş olması iç benliğini ele veriyor.

Teşekkürler