Cemal Süreya’nın bir programda kendisinden bahsederken
ettiği şu söze şahit oluyoruz. "1944 yılında Dostoyevski okudum o
gün bu gündür huzurum yoktur."
Ünlü şairi huzursuz eden Rus yazar Dostoyevski’nin en
huzursuz karakterine değineceğim belki de. Kendi yarattığı yer altında ıstırap
duyan o karaktere. Karakterin ismini bilmiyoruz ancak kendisi ile sürekli hesaplaşan
bir adamın iç sesine, düşüncelerine kulak veriyoruz Yeraltından Notlar’da
Türkiye’de ve dünyada bu kadar okura ulaşan bir kitabın
incelemesini, eleştirisini yapmak yersiz ve hadsiz geliyor kendi adıma ama
kitaptaki karakterin beni de huzursuz ettiğinden bahsetmek istiyorum
sadece. Kitabın özellikle sonunda
karakter beni o kadar irite etti ki kitabı bitirdiğimde az da olsa içimde öfke
oluvermişti karaktere karşı. Kendi kendime kesin bir psikolojik rahatsızlığı var
kesin diyordum kitabın sonunda. Bu yüzden sizinle kitabın son kısmını
paylaşacağım.
"Şimdi bile, üzerinden bunca yıl geçtiği halde bu
hatıraları anmakla epey kötü oluyorum. Gerçi nice kötü hatıran var ama… bu "Notlar"a
burada mı son vermeli acaba? Sanırım bunları yazmakla hata ettim
zaten. Daha doğrusu, bu hikayeyi yazarken yeterince utandım: Yani bu, edebi bir
eserden ziyade günahlarımın kefaretini ödemek oldu. Bir köşeye çekilip ahlak
bozukluğumla bütün bir ömrü nasıl heba ettiğimi, kötücül, boş gururum yüzünden
yaşayan alemle her türlü bağı keserek nasıl yeraltına çekildiğimi uzun bir öykü
gibi anlatmanın hiçbir ilginç yanı yok elbette; hem romanda bir kahraman
olmalıdır, halbuki benimkinde bir kahramanın tersi olan ne kadar özellik varsa
kasten bir antikahramanda toplanmış. Bütün bu yazdıklarımın tatsız bir etki
yaratacağına da eminim, zira hepimiz yaşamla bağını az ya da çok kaybetmiş, kör
topal idare eden insanlarız. Hatta yaşamdan öylesine kopuğuz ki, gerçek ‘canlı
hayata’ karşı adeta tiksinti duyuyor, bize hatırlatılmasına dahi
katlanamıyoruz. Öyle bir hale gelmişiz ki, gerçek ‘canlı hayat’ bize adeta bir
iş, bir ödev gibi görünüyor,onu kitaptan öğrenmeyi yeğliyoruz. Peki neden bazen
telaşa kapılır, kimi kaprisler,çılgınlıklar yaparız? İstediğimiz nedir? Bunu
kendimiz de bilmeyiz. Kaprislerimiz, isteklerimiz yerine gelse bundan ilk biz
zararlı çıkarız. Bize daha fazla serbestlik vermeyi,ellerimizi çözmeyi, hareket
alanımızı genişletmeyi, üstümüzdeki vesayeti kaldırmayı deneyin bir… sizi temin
ederim, o anda tekrar vesayet altına girmeye can atarız. Biliyorum, belki bu
sözlerime kızacak, bağırıp tepinmeye başlayacak " Böyle konuşacaksanız
yalnız kendinizden, o sefil yeraltınızdan bahsedin; ‘biz, hepimiz’ gibi
tabirler kullanmaya kalkışmayın! " diyeceksiniz. Müsaade buyurun
baylar, ben bu hepimizlikle kendimi haklı çıkarmak peşinde değilim. Ben kendi
hayatımda, sizin cesaret edemeyip yarıda bıraktığınız şeyleri sonuna kadar
götürdüm, o kadar; üstelik siz tabansızlığınıza sağduyu diyor, böylece kendi
kendinizi aldatarak avunuyorsunuz. Buna göre ben sizden daha ‘canlı’yım. Daha yakından
bakın! Biz bugün ‘canlı’nın nerede yaşadığını, neden ibaret olduğunu, adını
sanını bile bilmiyoruz. Bizi tek başımıza bırakın, elimizden kitapları alın o
saat şaşkına döner, ne yana gideceğimizi, kimden yana çıkacağımızı, kimi sevip,
kimden nefret edeceğimizi bilemeyiz. İnsan olmak, yani gerçek, kendi vücuduna
sahip, kanlı canlı bir insan olmak dahi bize güç geliyor; bundan utanıyor, ayıp
sayıyor, bildik, genel anlamda insan olmaya çabalıyoruz hep. Aslında biz ölü
doğmuş yaratıklarız; zaten çoktandır canlı olmayan babalardan dünyaya geliyoruz
ve bundan da gittikçe daha çok hoşlanıyoruz. Bundan zevk alıyoruz. Yakında bir
kolayını bulup doğrudan doğruya fikir dölleri olarak ortaya geleceğiz. Ama yeter
bu kadar daha fazla ‘Yeraltından’ yazmak istemiyorum."
Ancak bu kısım öyle bir kısım ki kızgınlık yerini anlamaya,
acımaya bırakıyor belki de hatta sonrasında kendi hayatınıza irdeleyici bir
gözle bakmaya kalkışıp kendinize bile acıyabilirsiniz.
Süreya’dan başka kim bilir kimleri huzursuz ettin
Dostoyevski?
Dipnot*
Eğer ki bu eser üzerine daha fazla yorum okumak isterseniz:
Eğer ki bu eseri Zeki
Demirkubuz nasıl bakmış nasıl yorumlamış der iseniz:
Dikkat; Engin Günaydın’a hayranlığınız artabilir!